ne güzeldi o akşam saatlerinde, henüz hava tam kararmamışken, bacalardan tüten dumanların isiyle, sokaklardan gelen uzak boğuk ortam sesleri... anneannem namazını kılardı, sessizce fısıldadığı duaların tonu, rükuya varırken eklemlerinde çıkan tıkırdamalar, sobanın üst kapağından tavana yansıyan ateşin ışığı, tiktak tiktak; salondaki saatin sessizliği. galiba ben o günleri çok özledim.
Bugün o her sokakta mantar gibi üreyen marketler zincirinden aldığım domateslerin görüntüsünü sizinle paylaşmak istiyorum.
Allah'ın nimeti sonuçta demek isterdim, ancak bu nimetin içeriğiyle öyle bir oynanmış ki,
dışına domates süsü verilmiş, içini açtığınızda ise sanki sizi ısıracakmış gibi bir görüntü izlenimi veren domatesimsi bir nesne vardı önümde.
Lavaboya koyarken şaşkın gözlerle bu domates benzeri nesneyi incelerken,
ülkedeki gıda terörünün
aslında hangi boyutlara ulaştığını ve
hiç ummadığınız anda nelerle karşılaşabileceğinizi
düşünmeden alamadım kendimi
ve bu yüzden kısa bir yazı yazmak istedim.
Ülkemizde gıda ve denetimi maalesef istenen düzeyde değil, hatta bazı noktalarda denetimlerin hiçbir denetimin yapılmadığını bile düşünüyorum. O bayıla bayıla paralar döktüğünüz lüks restoranların mutfakları ne kadar hijyenik ya da çoluk çocuğun yediği o fast food zincirlerinin su fiyatına sattıkları hamburgerlerdeki ekmekten tutun, etine kadar kullanılan malzemeler acaba ne kadar gerçek ve doğal?
Alım gücünün düşmesiyle, rekabet ortamının daha da kızıştığı gıda sektörü sağlığımızla oynuyor...
Hatırlar mısınız, 2010'lu yılların başında kamu spotu adı altında zırt pırt karşınıza
Sinem diye bir kız çıkardı.
Yemek saati gelen Sinem'in salata mı yoksa başka bir zıkkım mı yiyeceği ekrana yansıtılırken, yeşilliklerin taze mi olduğu,
kalıntı olup olmadığı, nerede yetiştiği,
hijyenik olup olmadığı da sorgulanırdı.
O dönemde güvenilir gıdanın her adımda takipçisi olduğunu savunan
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Sinem'e afiyetle önüne geleni yedirdi bence,
ve bir şey yanlış gitmiş olacak ki,
önüne geleni afiyetle yiyen Sinem,
uzun zamandır ekranlarda yok.
Yaşadığım domates faciasından sonra Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın ne ölçüde sağlıklı gıdanın takipçisi olduğunu maalesef
bir kez daha sorgular oldum.
Özellikle Şeker pancarından elde edilen şekerin rekoltesinin iyice azalmasıyla fruktoz glukoz şurubuna yönelen gıda sanayi,
Avrupa'da zerre kadar kullanılması
yasak olmasına rağmen,
ülkemizde bir nevi şekerimsi zehiri bebek mamalarında bile kullanabilecek kadar acımasız.
Sütburger, atıştırmalıklar gibi saçma sapan bir nevi zehirleri çocuklarına güvenle verebileceğini düşünen çalışan kadınlar da tadı keskin olan, insanın midesini yoran, midedeki dengeyi alt üst edip kansere yol açan bu katkı maddeli
abur cuburu nasıl gözünü
kırpmadan çocuklarına yedirebiliyor,
bunu da aklım almıyor.
Devlet otoritesinin de bu şuruba belli oranda kullanılmasına izin vermesinden dolayı gıda firmaları yasaların ardına sığınıyor maalesef. Bugün içtiğiniz koladan tutun, yediğiniz baklavanın içinde bu katkı maddesi ölüm saçıyor.
Avrupa meraklısı değilim, ama gıda terörü konusunda ciddi denetimi olan Avrupa Birliğinde glukoz fruktoz şurubunun kullanılması yasak.
Özellike GDO, yani genetiği oynanmış gıdalar da resmen ölüm saçıyor
ve Avrupa'da kullanımı yasak.
Ayrıca ülkemizden, bazı özel izinli firmalar dışında, AB ülkelerine süt ve süt ürünleri
(peynir, kaymak) ihraç etmek de yasak.
2002 yılında alınan kesin kararla ihracat kapısı 2013 yılına kadar tamamen kapalıydı.
2013 yılında sıkı denetimler sonrasında bazı firmalar süt ve peynir
ihracatını yapmayı başardılar.
Peki bunun nedeni neydi,
Avrupalıların bizi kıskanması mıydı acaba... Elbette, değil.
Türkiye'de büyükbaş hayvanların beslenmesinde kullanılan antibiyotik kullanımı
o kadar artmış ki,
hayvanların sütü ve etiyle insanlara bulaşması insan sağlığını etkiler olmuş.
Bu konuda denetimlerin yeterli olmaması,
kolaya kaçan besicilerin
antibiyotik kullanmasını arttırmış.
Anlayacağınız zehirli sütleri
bize senelerce kakalamışlar!
Türkiye'de bilinçsiz tarım ve zirai ilaçlama toprağın sonunu getirmiş durumda.
2013 yılından bu yana Avrupa Birliği sınırları içerisinde fipronil denilen
zehirli bir ilaç kullanımı yasak.
Özellikle mısır ve ayçiçeğinde
tohum ilacı için kullanılan bu ilaç,
Türkiye'de bolbol kullanılıyor.
Bu tohumları yiyen kanatlı hayvanlar, zehirleniyor. Bu yüzden Türkiye'den
yumurta gönderimi Avrupa'ya yasak...
Gıda mevzuatı konusunda AB ile
uyum yasaları çerçevesinde
Türkiye'de çok güzel gelişmeler
olduğu bir gerçek.
Ancak atılması gereken adımlar o kadar büyük olsa da bence yetersiz.
Umarım elalemin etek boyuyla, diniyle, ırkıyla, siyasi çekişmelerle uğraşacağımıza, daha sağlıklı bir toplum için ne yediğimizden haberdar olabileceğimiz, sağlıklı ürünlerle çocuklarımızı yetiştirebileceğimiz bir ülkede yaşarız.
Bu arada Gıda ve Tarım Bakanlığı'nın gıda ile ilgili bir telefon numarası var. Alo gıda 174 ile gıda konusunda yaşadığınız tüm sıkıntıları buradan ihbar edebiliyorsunuz.
Domatesin içinin çocukluğumuzdaki gibi domates olduğu, mis gibi domates koktuğu günlere ümitle...
Sağlıklı günler dilerim.
Volkan Coşğun
Yorumlar
Son 1 haftada en çok neler okundu? /What was the most read in the last week?
Yorumlar