Dresden ziyaretinde önemli bir noktadayım: Deutsches Hygiene-Museum, yani Alman Hijyen Müzesi...
1912 yılında kurulan bu müze, başlangıçta temizlik ürünleri satan bir Alman iş adamının toplumsal temizlik bilinçini arttırmak, dolaylı olarak da kendi ürünlerine talebin artmasını sağlamak, amacıyla kurulmuş. Karl August Lingner adındaki bu kişi, 1911 yılında Uluslararası Hijyen Fuarının da kurucusuymuş.
Şuan yılda 280.000 kişinin ziyaret ettiği Alman Hijyen Müzesi, Nazi Almanyası döneminde ise sarı ırkı yücelten, ırkçılık propagandasını körükleyen bir hale girmiş. Hatta bir dönem, gerçek insan parçalarının sergilendiği, toplama kamplarında katledilen çocukların, bebek fetüslerinin, hamile kadınların parçalarının incelendiği bilime hizmet eden, ancak insanlık dışı bir hale bürünmüş bu müze. Nazi Almanyasının yenilgisinden hemen önce Dresden'e yapılan ağır bombardımanlar sonucu müzenin bu eserlerinin sergilendiği birçok bölüm tahrip olmuş.
Ee Allah'ın sopası yok...
Propaganda materyellerinden kalanlar, afişler ya da objeler bugünkü müzenin bir köşesinde hala sergilenmekte, ancak fotoğraf çekimine izin verilmemektedir. Soğuk savaş döneminde müze tekrardan eski haline dönme arzusuyla, toplumsal hijyenin nasıl sağlanması gerektiğiyle alakalı bir amaç edinmiş. Anlayacağınız, toplum yararı için Yahudileri nasıl toplumdan temizleyip ortadan kaldıracaklarını düşünmeyi bırakmışlar ve bunun yerine virüsleri nasıl temizleyip ortadan kaldıracaklarını konu edinmişler.
Müzede 45000 adet eser sergilenmekte ve birçok sergi materyalinin pedagojik olarak niteliğinin bulunması, buranın sadece basit bir müze değil, aynı zamanda bir eğitim merkezi olduğunu da bizlere gösteriyor. İnsan anatomisi, beden sağlığı, psikoloji ve tinsel enerji gibi birçok konuda çocukları görsel ve işitsel olarak eğitiyor.
Ne güzel değil mi, uygulamalı eğitimlerin verimliliği her zaman yüksek olmuştur. Hem derslerdeki ilgi eşiğinin düşmesini engeller, hem de karşı tarafta kalıcı bir etki bırakır. İşte disiplin demek bu noktada bağırmak çağırmak demek değil, verimliliği en üst noktada tutabilmek için hangi önlemlerin alınması gerektiği, hangi yolların izlenmesi gerektiği demektir.
Soğuk savaş döneminde toplumsal hijyen kurallarının nasıl olması gerektiğine dair bilimsel makaleler ve uygulamalı eğitimler verilerek, çocuklara temizlik bilinci aşılanmış. Uygulamalı eğitimlerde birçok kitap, makale ve kısa filmler çekilmiş ve toplumun bilinçlenmesi hedeflenmiş. Ayrıca bulaşıcı hastalıklara karşı da nasıl korunulması gerektiği ile ilgili birçok eğitici program oluşturulmuş. HIV ve AIDS gibi bulaşıcı hastalıklara karşı özellikle eşçinsel bireylerin nasıl korunması gerektiği ile ilgili materyallerin , belgesel niteliğindeki bilgilendirici kısa filmlerin çekilmesi de şaşırtıcı doğrusu. Özellikle komünist bir etki altında yaşayan kapalı bir toplumda (Doğu Almanya'dan bahsediyorum.) eşçinselliği toplumun dışına itmeden kabullenici kısa filmlerin o dönem devlet eliyle çekilmesi ve bu filmlerin çekimine teşvik edilmesi ilginç bence. Die Andere Liebe, Diğer Aşk adıyla çekilmiş ve homoseksüelliği konu alan bir film var mesela bu müzenin yapımını üstlendiği.
Vay kafirler :)
Kendisiyle barışık toplumlarda kişilik hak ve hürriyetlerini koruyan bir düzen olur. İstisnai durumlar ne olursa olsun, yaşanılan münferit olayların dışında mevzuatlarında insan haklarının kimyası ezelden beri sadece bir zümrenin, grubun ya da bir partinin tekelinde değilse, o toplumda herkes mutlu olur ve özgür olur. Elbette özgürlük başkalarının haklarını gasp etmek ya da rencide etmek değildir. Ancak kişiler nasıl yaşamak istiyorlarsa öyle yaşamalılar, aseksüel, eşcinsel ya da farklı bir oluşumla. İşte bu noktada kendimi modern zannettiğim halde, doğulu kimliğimden sıyrılamadığımdandır herhalde, yine de şaşkınlık geçirdiğim ilişkiler tiplerinin sergilendiği ve seçeneklendirildiği bir masanın başındaydım.
Çoluk çocuk da etrafında, öğreniyor keratalar...
Düşününce insan bir garip oluyor, ancak abartmadan yorum katmadan okuyunca, insan gerçekten bilgileniyor.
Burada hetero ilişki tiplerinden tutun da komünal ilişki tiplerinin çeşit çeşit sınıflandırılışı anlatılıyor. Bunları elbette insanları şaşırtmak, dalga geçmek ya da oha dedirtmek için yapmıyorlar. Çocuklar ileride yetişkin olduklarında cinsel tercihlerinde yaşayacakları partner ya da partnerleriyle gelecekte karşılaşabilecekleri hastalık risklerini öğrenip ona göre tedbir almaları için öğretiyorlar çocuklara. Doğu toplumlarındaki kimilere göre ahlaksız gelebilir, ancak doğu toplumlarında yaşanan bilinçsiz cinsellik birçok çocuk gelinin, insanın, kadının, eşcinselin hayatını karartmakta. Çünkü bizim gibi toplumlar cinselliği bir tabu halinde yaşayıp, doğru kaynakların azlığından ya da yetersizliğinden dolayı yanlış yollara sapma eğilimi gösteriyorlar.
Mesela ülkemizin en büyük sorunu kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi, hala bekaret konusu ve çocuk istismarı vs...
Bu arada eğitim programlarında sadece cinsellik ile ilgili konular yok tabiki. Emzirme, bebek, çocuk bakımı ve çocuk yetiştirme gibi birçok konuda da kaynaklar mevcut. Doğu toplumlarında bizler biraz daha ananevi bilgilerle hareket ederken, batı toplumları bu tarz konuları akademik olarak ele alarak insanlara bilimsel bilgi ışığında bilgi aktarımı yapıyor. Ancak her bilimsel bilginin o günün koşullarına göre şekillendiğini, bu yüzden kimi zaman yetersiz hatta yanlış kalabileceğini, farklı dönemlerde ve durumlarda ananevi bilgilerin daha geçerli olacağını da unutmamak lazım. Örneğin Ferber metodu diye bir metot çıkardılar. Bebeği beşiğine bırakıp, odanın ışığını kapatıp, çocuk ağlasa da onu kucağına almamak ve uyuyana kadar beklemek... Tabi çocuk çatlayana kadar ağlasa da odasına girmemek fikri, eğitimli anne-babaların annelerine zalimce gelse de, "aman anne, bu koskoca Ferber metodu, bilimsel olarak ispatlanmış bir metot, Dr. Ferber'den daha iyi mi bileceksin diyenler" yüzünden zavallı bebekler resmen işkenceye maruz kaldılar bir dönem. Daha sonra birçok uzmanın çocuğu adeta bir hücrede terkeder gibi ağlaya ağlaya uyumasını beklemenin, o çocuk için bilinçaltında derin psikolojik yaralar oluşturacağını, anne-babasına karşı ciddi özgüven eksikliği yaratacağını ispat etmesinden sonra, eğitimli anne-babalar yine annelerinin sözünü dinler oldular: Bebekler öpüle-öpüle, koklana-koklana, kucakta-ayakta sallana sallana ninnilerle uyutulmaya başlandı. Tabi bu örneği vermek geleneksel olarak tüm ananevi öğütlerin doğru olduğu anlamına gelmesin.
Dresden seyahatinde açık havanın yanında keyifli bir şekilde minimum 2 saatinizi geçirebileceğiniz Alman Hijyen Müzesi sizleri bekliyor. Aslında müzede çok konu var anlatılacak. Özellikle propaganda kısmında, hani şu fotoğraf çekiminin yasak olduğu yerde, hikayeler bitmez...
Şuan Korona'dan dolayı müze bir süredir kapalı ancak yakın tarihte yine ziyarete açılacaktır. Kim bilir, virüs ile birlikte son günlerde hijyen konusu tekrardan önem kazandı, bu müzeden daha çok öğrenecek şeyimiz olabilir.
İyi gezmeler...
Fotoğraflar bana aittir. İzinsiz kullanmayınız. Metin için çeşitli sitelerden ve makalelerden yararlanılmıştır.
Volkan Coşğun
Yorumlar