İsviçre'nin en güzel şehirlerinden biridir Bern. UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde de yer alan şehri Aare Nehri çevreler.
Alplerin muhteşem manzarasıyla, içiçe geçmiş bir uyumla Bern aynı zamanda Dünya'nın da en güzel şehirlerinden biridir diyebilirim.
6 KM boyunca uzanan kireçtaşından binalarla, ortaçağ döneminden kalma geçitleriyle,
Rönesans Çeşmeleriyle, yağlı boya tablolarına konu olabilecek kadar güzellikte çatılara sahip Bern Katedrali'yle Bern adeta bir hayal şehir.
Bern, Einstein'ın görelilik teorisinin
doğduğu yerdir aynı zamanda.
Bern ile ilgili diğer yazılarımda birçok farklı özellik de yakalamanız mümkün.
Şehrin ilk kalıntıları II. yüzyıla dayanıyor.
Kalıntıların fiziki olarak edinilebildiği dönem ise 12. yüzyıl... Bu dönem boyunca emirlik olarak devam eden yaşam, meşe ağaçlarının bol olduğu bir bölgede devam ediyordu.
Ağacın bol olmasından dolayı evlerin çoğu ahşaptan yapılmıştır. Bu yüzden ilk dönem kalıntılara maalesef ahşabın günümüze kadar dayanamamasından dolayı çok fazla rastlanılmaz.
Şehrin adı 1224 yılında kentin en eski arması olarak bilinen Ayı figüründen geliyor.
Almanca Bär yani Ayı anlamına gelen kelimeden lehçe ile Bärn'e dönüşen Bern, Zähringen Dük'ü Berthold V tarafından verildi.
O dönemlerde ayı avcılığı bayağı bir gelişmiş, bu yüzden şehrin ismi de yaptığı katliama yakışır olmuş diyebilirim.
1405 yılında Bern, büyük bir yangın geçirdi ve şehrin büyük bir bölümü yandı.
Yangın sonrası şehir yeniden inşa edildi.
Bu kez Ahşabın dayanıksızlığından ağzı yanan Bern'liler, yeni konutları taştan yapmaya başladılar.
Özellikle yakınlardaki madenlerde kumtaşı ya da kireçtaşı dedikleri bir malzeme vardı.
Ev yapımı için bunları kullanmaya başladılar.
Günümüz son 50 yılında
Bern büyük bir ölçüde atılımların yapıldığı uluslararası nitelikte bir şehir oldu.
Şehir nüfusunun artmasıyla geniş köprüler,
eski kent ile yeni kent arasında bağlantı sağlamak için Aare nehri üzerine
büyük köprüler inşa edildi.
Eski şehir OrtaÇağ görünümünü korurken,
yeni şehir eskiye yine çok dokundurmadan ciddi bir ticaret merkezi haline dönüştü.
Dokundurmadan diyorum;
Bern'deki çoğu kurum, hala ortaçağdan kalma geleneksel binaların içinde konumlanmış.
Geçmişlerine sahip çıkan bir mimariyle, yeniyle eskinin uyumu amaçlanmış.
1983 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine giren Şehir, Mercer tarafından dünyanın en güvenli ikinci şehri olarak listede yer alıyor.
3,3% gibi bir suç oranıyla
Dünya'nın en yaşanabilir şehirleri arasında ilk 400'de 14. sırada...
Bern'de bitki örtüsünün çeşitliliğine, vahşi yaşamın korunmasına tüm İsviçre Şehirleri gibi ekstra özen gösterilmektedir.
Aslında hayvanların ve bitkilerin onlar için ayrılan alanlarda değil, aynı zamanda şehrin içinde duvarlarda, evlerin çatılarında, kullanılmayan arka bahçelerde, parklar da, şehre bakan yamaç bölgelerde yaşamasına barınmasına izin verilmiş.
Vahşi doğadaki çeşitliliğin aynısının gelişmiş kentlerde olmasını savunan Bern halkını devlet, bahçelerinde ve arazilerinde vahşi yaşam habitatlarının oluşması için ekstradan destekliyor.
Örneğin bir projede, tasarımın sadece insan faydasını gözetmeden aynı zamanda vahşi doğayı da koruyabileceği, Kentsel Biyoçeşitliliğin oluşabilmesi için
"Doğaya Yakın" (Naturnaher) dedikleri bir mikro iklim yaratmak için vatandaşlarını desteklemektedir.
Bern yazılarım devam ediyor.
Beğendiyseniz yorum yazmayı ve paylaşmayı unutmayın.
Tüm fotoğraflar tarafıma aittir, izinsiz kullanılması yasaktır.
Çeşitli kaynaklardan yararlanılmıştır.
Yorumlar