CUNDA adasına geldiğiniz de güneydeki tatil yörelerinin çoğuna kıyasla kendinizi deniz kum güneş üçlemesinde bulmuyorsunuz. Evet deniz var ancak dinlenmek için, evet kum da var ama topraklanmak için, evet güneş var ama sonbaharın kışın serinliğinde ısınmak için.
Ahir ömründe birkaç kez Cunda'ya geldim ve hiçbiri yaz aylarında değildi. Bir keresinde Nisan ayında Cundanın ıssız bir koyunda denize girdiğim doğrudur ancak Cunda adasını hiçbir zaman bir yazlık yeri gibi görmedim. Düşündüğümün aksine burada birçok yazlık bulunuyor ve tahmin ediyorum bunların çoğu İstanbul'da yaşayanların evleri. İzmirlilerin burayı yazlık olarak değerlendirdiklerini düşünmüyorum, çünkü konum itibariyle İzmir daha sıcak ve denizi daha güzel noktalara daha yakın ve erişebilir durumda.
Bu arada adanın delisi ve kedisi meşhur diyorlar. İkisi de doğru. Kedisi gayet kedi, delisi de gayet deli. Sokaklarında ikisine de denk geliyorsunuz kimi zaman.
Yüzyıllardır deniz ürünleri ile besleniyor bu çoğrafya tıpkı birçok egeye kıyısı olan tatil kasabası gibi.
Ve Yüzyıllardır büyük çoğunluğu Rumların yaşadığı adada Osmanlıya karşı özerk bir siyasi güç varmış zamanında. Şuan da Rumlardan kaç kişi kaldı bilmiyorum ama cumhuriyet döneminden sonraki ilk dönem sahipleri mübadele döneminde yerleştirilen Rumeli Türkleri. Şuanda da onların torunları adada birçok işletmenin sahibi.
Kimileri burası için Kaplumbağa hızında hayat diyor. Bence bu tabir bu adaya ve adadaki yaşama tam uyuyor. Sabah kalktığımda korna seslerinden uzak bir atmosfer, telaşı olmayan tek tük insanların sokakları doldurması dışında dingin ve sakin bir nizam. Akşamda tek tük çatal kaşık sesi, onun dışında sessiz sakin bir gece huzuru. Uzun zamandır çoğu insanın aradığı şey değil mi... (tabi bu kış ve sonbahar aylarında böyle, yazın nasıl olur bilemiyorum...)
Cunda notlarım devam edecek...
Yorumlar