Toplamda 19.000 m2'lik alanda 2711 beton bloktan oluşur ve küreatörü Dagmar von Wilcken'dir.
Peter Eismann tarafından tamamlanan bu anıt devasa taş bloklardan ölenler anısına inşa edilmiştir.
Her bir levha eğimli bir alanda dalga efekti yaratılarak yapılmış. Bu arada anıt üzerinde herhangi bir yazı ya da dini bir sembol görmedim. Bu isimsiz bir anıt olarak kabul edilmekte olup, anonimlik esas alınmıştır.
Yahudi soykırımıyla 2. Dünya Savaşını elimden geldiğince yakından incelemiş biri olarak bu anıt beni çok duygulandırdı. Çoğumuz Nazi soykırımıyla ilgili en az bir film izlemiş , belki bir kitap okumuştur. Yaşanılan dramı insan bu bloklara baktıkça farklı alımlayabilir. Ben soğuk bloklar ve birbirlerinden kopmuş aile bireyleri olarak gördüm farklı ölçülerdekileri ve birbirlerine yakın olsalar dahi asla bir araya gelememeleri canlandı gözümde. Ve kimliği, sosyal statüsü ne olursa olsun katledilen bu insanların aralarındaki mesafe eşitti, bu eşitliği de koğuşları yan yana olan ancak birbirlerini göremeyen kadın ve erkeklerin toplama kamplarındaki durumlarına yordum.
Öte yandan bu anıtın çok soyut kaldığını, Yahudi katliamıyla alakalı tarihsel bir altyapıya hitap etmediğini, hatta bu yüzden birçok kişi tarafından oyun alanına dönüştürüldüğü, selfie çekilerek alakasız pozların verildiği, ölülerin anısına saygı gösterilmediği konusunda eleştiriler de var. Bende çekimlerim esnasında bloklar arasında koşturan çocuklar, selfie çeken gençler gördüm.
Almanya da Grafitti (duvar yazıları) oldukça yaygındır. Bu anıt üzerine de grafitti çalışılmak istenmiş ancak bu mimar tarafından çok hoş karşılanmamış. Birkaç kez de neonazi grupları buraya gamalı haç çizmeye kalkmışlar, ancak beton blokların üzerilerine özel bir kaplama geçirilmiş bu yüzden sprey boya tutmamış.
Sonuç olarak Almanya, tarihindeki bu ayıpla her noktada yüzleşmek üzere bunu başkentinin en önemli noktalarından birine sanatsal bir şekilde konduruvermiş.
Bu yapılanlar zamanında öldürülen insanların acılarını hafifletip, yokluklarını geri getirir mi, elbette hayır. Ancak geçmişiyle yüzleşmemesinden iyidir, en azından gelecek dönemde artması öngörülen ırkçı söylemlere karşı bir nebze de olsa kamuoyunda bilinç yaratabilir.
Bugün Almanya dahil birçok ülkede özellikle Müslümanlara ve göçmenlere karşı ciddi bir sağcı hareket gözlenmekte. Aslında sağcı dediğime bakmayın, siyasal Hristiyanlığın bir parçası olarak dindar gibi görünüp kendinden olmayanı dışlayan aslında dindarlıkla da asla alakası olmayan ekonomik seviyesi düşük gruplardan bahsediyorum. Özellikle duvarın yıkılmasıyla doğudan batıya göç eden işsiz ve eğitimsiz Almanlar, iş güç sahibi ve eğitim görmeye başlayan 3. dönem göçmen nesille karşı karşıya kalınca doğal olarak hak savaşına girdiler ve bu yüzden ekstradan ırkçılık arttı.
Yapılan araştırmalarda ırkçılığın büyük bir problem olduğunu söyleyenlerin sayısı 45%'lerde. Bu oranın 17%'si de ırkçılık konusunda acil önlemler alınması gerektiğini vurguluyor. Bu arada insanların çoğunluğu ekonomik sorunlara ve yaşlanmanın getirdiği problemlere yönelmiş durumda. Alman toplumu yaşlanıyor ve bu yüzden sağlık hizmetleri konusunda artan taleplerin karşılanması için zaman kaybetmeden önlemlerin alınması gerekiyor. Sosyal konular ve hizmetler ön plana çıkarken, ırkçılık söylemleri bir anlamda da önemini yitiriyor. Ancak yok etmiyor!
Eğer örtülü bir bayansanız ya da siyahi Afrika kökenli biriyseniz, ırkçı bir hareketle karşılaşma durumunuz illa ki var. Karşılaşma sıklığınız düşük olabilir, ancak size karşı alınan bir tavır, bir bakış, bir söz hatta fiziki bir hareket - ne olursa olsun - şiddetin olmadığı anlamına gelmiyor.
Özellikle göçmen politikası ve AB entegrasyonu süreci karşıtı AfD partisi büyük bir muhalefet grubu haline gelmeye başladı. Irkçılığı siyasallaştırma hareketinde bulunan bu partiden güç alan underground gruplar sokaklarda şiddet eylemlerinde bulunmaya başladılar.
Almanya'nın birçok eyaletini gezdim ve birçok kez de münasebette bulunuyorum, sosyal ilişkiler bağlamında. Yaşadığım sözlü ve fiziki bir taciz bugüne kadar asla olmadı, ancak ten rengimden dolayı özellikle islamofobik terörist eylemlerin yoğun olduğu dönemlerde insanların farklı bir gözle beni izlediklerini bazen hissediyorum. Ben bir turistim ve ticaret için oradayım, orada yaşamıyorum, geçici olarak orada bulunuyorum ve bu yaptıkları bana çok bir şey ifade etmiyor. Kendimi orada yaşıyor hissetseydim, o zaman iş değişirdi tabii.
Geçenlerde bir sosyal medya hesabında aktarıldığı üzere, Abdülkerim isimli aslen Fas kökenli olan bir Alman vatandaşının bir alışveriş merkezinde yaşlı bir Alman'a kuyrukta beklememesi için sırasını vermek istemesi üzerine, yaşlı Alman'ın onun önüne geçerse başına bir şey gelme ihtimalini ima ederek bu teklifi kaba bir şekilde reddettiğini söylemesi
toplumda derin bir yankı uyandırmış.
Özellikle yabancı kökenli ve sarışın olmayan kişilere yönelik bu tarz ayrımcılık hareketleri ev kiralamada, iş vermede, gece kulüplerine girişlerde sık yaşanıyormuş.
Almanya Entegrasyon sürecinde sınıfta kalmadı. Birçok yabancı göçmen kültürün bir parçası olarak kendi hak ve özgürlüklerini edindiler. İstisnalar elbette oldu ve olmaya devam edecek.
Ancak göç edenlerin ülkelerinde olmayan demokrasiyi Almanya'daki ortamla kıyasladığınızda bu Alman Entegrasyon sürecinde yaşanan olumsuzlukları bir nebze de olsa hafifletiyor. Lakin yaşatılan mağduriyetin asla haklı olduğunu da göstermez bizlere.
Fotoğraflar bana aittir. Yazılarda bazı kaynaklardan yararlanılmıştır.
Volkan Coşğun
Yorumlar