ne güzeldi o akşam saatlerinde, henüz hava tam kararmamışken, bacalardan tüten dumanların isiyle, sokaklardan gelen uzak boğuk ortam sesleri... anneannem namazını kılardı, sessizce fısıldadığı duaların tonu, rükuya varırken eklemlerinde çıkan tıkırdamalar, sobanın üst kapağından tavana yansıyan ateşin ışığı, tiktak tiktak; salondaki saatin sessizliği. galiba ben o günleri çok özledim.
Bir şehir düşünün ki, her adımında aşk, her adımında mutluluk, havasında huzur, suyunda duruluk, ondan ayrı kalırsa hasret yaşatsın... Edirne'den bahsediyorum. Benim orada doğmasam da, orada sadece 5 yıl yaşamış olsam da, kendimi onun bir parçası hissedip, ondan ayrı kaldığım zamanlarda kalbimin bir köşesinde buruk bir özlem yaşatan güzel şehir...
2000-2005 yılı üniversite eğitimim dönemimde yaşadığım şehre 2017 yılında birkaç günlüğüne bu sefer eşim Sinem'le tatile geldik. 2005 yılının Haziran ayında bıraktığım bu şehri tam 12 yıl sonra tekrardan ziyaret etmek beni gerçekten hem mutlu etmiş, hem de duygulandırmıştı. Aynı zamanda yaşadığım evi, dolaştığım sokakları, oturduğum kafeleri belki de görmediğim arkadaşlarımı görmek bunları eşimle paylaşmak benim için ayrı bir mutluluk kaynağı olmuştu. Bu güzel şehri keşfetmeye hazırsanız, hadi başlayalım...
2000 - 2005 yılları arasında Edirne'deki konaklama tesisleri maalesef çok istenen düzeyde değildi. Şu anda şehir de kaliteli oteller mevcut, biz Hilly otel'de kaldık, 5 yıldızlı otel konforunda Şükrü Paşa mahallesinde bulunmakta, şehir merkezine 2 km uzaklıkta...
Hilly Otel'de zengin kahvaltı mönüsü
Odalar çok temiz, çalışanlar güleryüzlü, kahvaltı çok zengin, ortam sessiz ve otoparkı mevcut. Tavsiye ederim. http://www.hillyhotel.com/ 2003 - 2005 yılları arasında kaldığım evim, Murat apartmanı. Çoğunluğu öğrencilerden olan bu apartmanda aynı zamanda komşularım da vardı. En üst katta Azize, Meral + Dilek, 3. katta hem sınıf arkadaşım, hem de yakın dostum Burkay, başka bir dairede Burcu, diğer bir dairede Esin, diğer bir dairede Sevinç, Fatma, gürültüyü duyup parti mi var deyip bana gelen o ana kadar hiç tanımadığım daha sonra da arkadaş olduğumuz metalciler vs.
Bir zamanlar toprak içindeydi bu yeşillendirilmiş alan. Özellikle kışın karın erimeye başladığı dönemlerde kar toprakla çamurlaşır, sokaklar çamur içinde kalırdı. Doğal olarak ayakkabılarımız, arabalarımız batardı. Odamın baktığı alan eskiden toprak yoldu, çoğu zaman roman vatandaşların atlarıyla geçtiği zamanlardı. Şimdi caddelere asfalt dökülmüş, çevre düzenlemesi yapılmış. Cefasını biz çekmişiz, sefasını şimdi başkaları sürüyor... Çift balkondan oluşan dairemin balkonları da korunaklıydı, özellikle sonbahar ilkbahar akşamları nescafemi alıp sigaramı içtiğim zamanlar gelir aklıma... Peki Tunus'u görmeye ne dersiniz? Hemen Tıkla... Kaldığımız yer okula yürüme mesafesindeydi, şehir merkezine de yakındı, ayrıca kaloriferli olmasından dolayı tercih sebebimdi. Lakin kiralar biraz yüksekti, aynı zamanda normal depozitonun haricinde bir dönem senet karşılığı 150$'lık ek depozito alındığını da hatırlıyorum. Kirayı ev sahibine değil, anlaşmalı olduğu emlakçıya verirdim. Öğrencilerin çok olması kiraların yükselmesine sebebiyet veriyordu. Burada 1-2 ay süresince bir arkadaşla evi paylaştım, kendisinin 24 saat enginar yemesinden dolayı tekrardan tek başıma kalmıştım. Lakin komşularım çoktu, bu yüzden gelen giden çok olurdu. Komşularım uykum geldi gidebilir misiniz dedirtene kadar severlerdi ben de konaklamayı. Çoğu zaman arkadaşlarla toplanır, içerdik. Yıl sonları sezon sonu partiler verirdim, canlı DJ'lik yapar,30 kişi evin içine doluşurduk, hiç unutmam bir keresinde bir polis komşum, kına gecesi mi diye sormuştu. Apartmanda genelde öğrenciler olduğu için sınav zamanları dışında gürültü konusunda problem yaşanmazdı. Çok güzel anılardı...
İşte 2000 - 2005 yılları arasında Almanca Öğretmenliği ve 2004 - 2005 yılları arasında İngilizce Öğretmenliği hızlandırılmış programı bitirdiğim o dönemin Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Okulu binası...
Yıllar sonra buraya gelmek, tüm anılarımı depreştirmişti, çok duygulanmıştım. Acısıyla, tatlısıyla çok güzel günlerim geçmişti. Yabancı Diller Binası olarak diğer Eğitim Fakültesi'nden ayrı olmamız bizim için bence avantajdı. Yabancı Diller diğer bölümlerden daha havalıydı bence. Aynı zamanda Güzel Sanatlar da bizimle aynı binadaydı. Biz sanırım biraz apolotizeydik : Eğitim Fakültesinde sessiz eylemler yapılır, biz ise bu akşam nerede içiyoruz'un planlarını yapardık. O günler öyleydi işte... Ders aralarında arkadaşlarla sohbet ettiğimiz, toplandığımız koridorlarda bir iki dakika bile durmak o yılları sanki dün gibi hissetmek... Kuzey Afrikalı Akdenizli Cezayir'in 4. büyük şehri Annaba, güzel Annaba... Ne zaman pencerelerden bakıp, anıları hatırlıyorsunuz, işte o zaman yaşlandığınızı hissediyorsunuz. Artık hiçbirşey eskisi gibi değildi, olmayacaktı da...
Dedim ya, okuduğum binaya yıllar sonra eşimle birlikte gelmek, sınıfların kokusunu hissetmek, ona anılardan, yaşanmışlıklardan bahsetmek benim için ayrı bir zevkti. Maalesef yaz döneminde ve öğle arası ziyaret ettiğimiz okulda hocalarımdan hiç kimseyi göremedim. Buradan her birine bendeki emeklerinden dolayı tekrar tekrar teşekkür ederim, selamlarımı sunarım. İyi ki vardınız, iyi ki varsınız.
Kasette hören, innere Monolog, Global Lesen :)))
Üniversite eğitimi için Trakya Üniversitesi ve Edirne'yi seçmekte tereddüt etmeyiniz. Mezun olunca tıpkı benim gibi unutulmaz anılar ve heyecanlarla bu şehirden kopamayacaksınız. Gelelim Edirne gezimize... Edirne'nin tarihi ilk çağlara kadar uzanmaktadır. Orta Asya'dan gelen Traklar tarafından kurulan şehir yüzyıllar boyunda Makedonya İmparatorluğu sınırları içinde kalmış, daha sonra da Roma İmparatorluğunun himayesine geçmiştir. Roma İmparatorluğunun Batı ve Doğu Roma olarak ikiye ayrılmasını müteakiben Doğu Roma imparatoru olan Hadrianapolis, şehri yeniden inşa etmiş ve şehre kendi adını vermiştir. Daha sonra Türkler gelmiş, 1453 yılında İstanbul fethedilinceye kadar Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olarak 92 yıl tarihe adını yazdırmıştır. 25 Kasım 1922 Edirne'nin işgalden kurtuluşunun tarihidir. Ülkemizin Avrupa'ya açılan sınır kapıları da Edirne'de bulunmaktadır. Edirne'nin simgelerinden mimarların ustası Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" diye adlandırdığı Selimiye Camisindeyiz.
Ancak bu görkemli camiyi gezmeden önce Kavaflar Çarşısı olarak da bilinen Selimiye Arastasına bir göz atalım.
73 kemerden ve 225 metreden oluşan bu tarihi çarşı yaklaşık 120 dükkandan oluşur ve dört girişi vardır.
Tarihi arasta çarşısı içerisinde sevdiklerinize geçmişi 16. yüzyıla kadar uzanan Misk sabunu gibi Edirne'ye özgü meyve aromalı sabunlar alabilirsiniz.
Sultan II. Selim'in emriyle Mimar Sinan bu camiyi yaparken 80 yaşındaydı. Cami de dört kubbe mevcut, her bir kubbede üçer şerefesi bulunmaktadır bu caminin. Caminin şerefeleri giriş yönündeyse tek yolla, diğer şerefelere ayrı ayrı yollardan çıkılabilmektedir. Ayrıca çini, mermer, taş ahşap işiçiliğinin baş yapıtlarını bu camide bulabilirsiniz. Kubbesi tek parça olup, Ayasofya'dan daha büyüktür.
İran ve islam sanatlarıyla ilgili çalışmaları bulunan Avusturyalı tarihçi Ernst Diez, Selimiye için şunu der: "Selimiye, mekan büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi bakımından yeryüzündeki bütün yapılardan üstündür. "
Selimiye Cami denge ve şahane bir görselliğe sahip bir mimarisiyle dünyadaki birçok yapıdan kendini farklı kılar. 4 minaresi olan bu camiye tam ortadan baktığınızda 2 minare gibi gözükmektedir. Bu da Mimar Sinan'ın bu eseri yaparken gösterdiği özen ve farklılığın matematiksel birer ispatıdır.
Camideki diğer bir özellik ise ters lale ile anılmasıdır. Söylenenlere göre cami yeri daha önceden lale bahçesidir. Ancak mülk sahibi burayı satmak istemez. Sadece lale motifi konulması şartıyla burayı satar. Mimar Sinan buraya lale motifi koyacağını kabul eder. Lakin mülk sahibi o kadar ters bir insandır ki, Mimar Sinan bu tersliğe ithaf olsun diye bu laleyi ters bir motif olarak duvara işler.
Selimiye Camisini ayakta tutan devasa kolonlardan bir örnek...
Camideki yapı tekniği bugüne kadar hiçbir camide ve antik çağ eserinde görülmemiş bir tekniktir. Bugüne kadar yapılmış birçok kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerine oturtularak yükseltilir, bu cami de ise kubbe tektir ve 8 büyük sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Her bir kasnak 6 metre genişliğindedir.
Selimiye Camii İçi
Selimiye'nin içersinde İznik çinilerinin desenleri göz doldurmaktadır.
Caminin her noktası ilahi aşkla bizleri hayran bırakmıştı...
Şİmdi gelelim içimizi acıtan konulara: Yüzlerce yıldır sapasağlam ayakta görkemiyle duran, UNESCO tarafından da Dünya Kültür Mirası listesine eklenen bu eserin kullanılırken adeta böğrüne saplanan hançer misali nasıl özensizce kullanıldığını, talan edildiğini hatta yok edildiğini gördükçe gözlerimiz doldu. Bu eser birilerinin değil, hepimizin, tüm Müslüman aleminin hatta tüm insanlığın eseridir. Aşağıdaki fotoğrafları paylaşmak zorundayım, birilerinin bu kepazeliğe dur demesi gerekiyor.
Bu kabloları Sinan görse, herhalde kalp krizi geçirirdi...
Allah'a şükür kabloları gizlemişler !!!
Koca Sinan'ın şaheserine balta gibi saplanmış hoparlörler...
Bu hoparlörler caminin her yerine saplanmış bir hançer gibi...
Bu rezilliğe kim, nasıl izin veriyor, hiç mi vicdanlar sızlamıyor!!!
1
Ne güzel ışıklandırma, Koca Sinan'ın hiç aklına gelmemiştir!
Ayrıca bizi hayrete düşüren diğer bir olay da, apar topar kapıların açılıp birilerini gezdirmeleri oldu görevlilerin. Buraları bizde görmek istedik, ancak izin verilmedi. Bir ibadet alanında birilerine ekstradan izin verilmesi ne kadar doğrudur? Ziyaretçiler o an için camiyi ziyaret eden din alimleri olsa anlarım, ancak fotoğraflardan anlaşılacağı üzere sadece bu camiyi gezmeye gelen hanımlar bunlar... Ancak bize niye o bölümü gezmemiz için izin verilmedi, nedir bu çifte standart, Allah'ın evinde buna nasıl izin verilmiyor, aklımız almadı.
İşte bize açılmayan o kapı...
İnsanlar dua ederken saygı gösterilmelidir.
Ayrıca annesinin oranın güvenlik görevlilerinden olduğunu öğrendiğimiz 12-13 yaşlarında bir çocuk ve arkadaşları oraya ibadet ve dua etmeye gelen insanların arasında arkadaşlarıyla koşturuyor, insanları rahatsız ediyordu. Sessiz olmasını istedik, annesi sanki buranın sahibiymiş gibi, rahat bir tavırla bizlere istediğini yapacağını söyledi. Böyle turistik ve ruhani bir mekanın kimlerin himayesinde kontrol edildiği ortada...
(O çocuğun fotoğrafını çekmedik, teşhir etmek doğru değildi.) Umarız annesi ya da birileri bu konuda gereken hassasiyeti göstermişlerdir. Yetkilileri bu konuda aksiyon almaya davet ediyoruz...
Selimiye Camii avlusu...
Caminin arkasından Etnografya müzesine açılan yol
Selimiye Camii'nin arkasından açılan yoldan direkt olarak Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesine gidebilirsiniz. Yol üzerinde, hepsine Allah rahmet eylesin, islam alimlerinin ve önemli şahsiyetlerin mezarları var, çok etkileyici bir noktada olduğunuzu unutmayın... Ülkemizin Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde işletilen Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, ulu önderimiz Atatürk'ün emriyle 1925 yılında Selimiye Cami'nin avlusunda faaliyete geçmiştir. Şuandaki bina ise Cami'ye 50 metre uzaklıkta, 1969 yılında yapımına başlamış ve 1971 yılından beri faaliyettedir. Türk, İslam ve Osmanlı dönemlerinin yanı sıra antik çağlardan kalma birçok eser bu müzede sergilenmektedir.
Kral Mezarlarının yer aldığı bölgede krala ait değerli eşyalar zamanında talan edilmiş.
Arkeoloji müzesi bahçesinde sergilenen kral mezarları Lalapaşa'dan getirilmiş.
Fatih Sultan Mehmet, 29 Mart 1432 yılında Edirne'de doğdu. Şu anda butik otel olarak işletilen yapı, zamanında harabe halindeymiş. Tarihi bu kadar köklü bir milletin ecdadına olan bu saygısızlığı ve vefasızlığı anlamak çok güç, bu kadar önemli bir padişahın evinin yok olmaya terk edilmesi mi bizi üzen, yoksa küllerinden yeniden doğan ama kimliğini kaybetmiş bu yapının otele dönüştürülmesiyle Fatih Sultan Mehmet'in bir zamanlar burada doğduğunu bilmek mi, karar veremedik...
İşte Grand Turco, Osmanlı İmparatorluğu'nun 7. padişahının Fatih Sultan Mehmet han hazretlerinin doğduğu evin , otele restore edilmiş hali...
Edirne'deki bir diğer durağımız görkemli Selimiye Cami'nin hemen yakınında yer alan Eski Cami oldu.
Eski Cami Girişi
Geçmişi 15. yüzyıla kadar uzanan bu tarihi dev eser, I. Süleyman Çelebi döneminde yapımına başlanmış, Çelebi Sultan Mehmet döneminde 1414'lerde tamamlanmıştır. Bu cami yapıldığı dönemlerde Osmanlı İmparatorluğu da taht kavgalarının yoğun yaşandığı fetret dönemindeydi. Cami yapısal olarak Selimiye Cami'nden farklı olarak kubbeler üzerinde oturtulmuş şekildedir. Ayrıca giriş ve iç mekan duvarlarında geniş Ak yazılar dikkat çeker.
Kubbelerin süslemeleri Barok etkiyi de İslam eserleri üzerinde hissettirmektedir.
Bu camide Osmanlı'ların kılıç kuşanma törenleri de yapıldığı bilinmektedir.
Sultan II. Murat tarafından yaptırılan 3 şerefeli camiyi de ziyaret ettik.
İlk avlulu cami olması, tek kubbeye sahip olması orta mekanın olması, Osmanlı mimarisinde en belirgin renkli taş kullanımı, büyük ak yazılar bu caminin en belirgin özelliklerindendir.
3 şerefeli caminin içinden...
Edirne, tarihi eserler açısından o kadar yoğun ki her sokakta bir tarihi eserle karşılaşıyorsunuz. Selimiye Camisi olmak üzere merkezdeki camilere çok yakın bir bölgede aniden Makedonya Kulesi'ne rastlıyorsunuz. Memleket saati ve Saatli kule olarak da anılan bu eserin yapımı 1884'e uzanır. İlkin ahşap olarak yapılmış, daha sonra yangınlar ve depremler görmüştür. En son dönemde taşlar örülerek sekizgen bir yapı üzerine oturtulmuş, saatler Fransa'dan getirilmiştir. Lakin bir dönemin aldırmazlığı ve riyakarlığı bu eseri de sonu hazin bir yokedişe zorlamıştır. Neyse ki son dönemde ilgili kurumlar bu konuya el atmış, bu tarihi kuleyi restore etmeye başlamış. Kulenin bir yanında taksi durakları var ki bu bizim hiç ilgimizi çekmedi ve hoşumuza da gitmedi. Tabi Bir de Roma döneminden kalma kalıntılar var esas konu olan ve bunlar kesinlikle görülmelidir.
Yine bir bina görüyorsunuz. Bu binanın tarihi bir özelliği bulunmasa da benim için çok önemli. 2000 yılında Edirne'ye ilk geldiğimde Devlet'in yurduna gelmiş, orada itekaka 2 ay dayanabilmiş ve bu evi sınıf arkadaşım Erkut ile tutmuştuk. Gayet köhne görünen bu evin en üst katı balkonuna bakan taraf benim odamdı. Yaşlı teyze ev sahibemiz gayet iyi bir insandı. Yan dairemde akşamları gitar çalan bekar bir komşumuz vardı. Alt katlarda kimler vardı, hiç görmedik duymadık. 2 aylık yurt hayatında benim gibi huysuz ve rahatsız bir insanın kalması gerçekten büyük başarıdır. Öyle ki annemin maaş kartından maaşını çeker çekmez bu evi tutup sadece 1 günde eşyaları alıp yerleşmiştim. Ev kaloriferliydi, lakin kazanı o dönem bozukmuş. O güne kadar doğrudürüst kar görmemiş bir İzmir'li olarak kar yağışının olduğu bir şehirde 1-2 gün boyunca kalorifer yanmasa da herhangi bir ısıtıcı olmadan kalabileceğimi düşünmüştüm. Tabi bu sadece bir düşünmeden ibaretti. İlk gece yağan yoğun kar sonrası arkadaşlarda kalmak zorunda kaldım, çünkü soğuk battaniyeye sarılarak bu buz gibi geceler geçilmezdi. Evimiz eskiydi, ancak tavanlarının yüksek olması ve pencerelerin büyük olmasından dolayı seviyordum burayı. Aynı zamanda 24 saat açık bakkal (Kapalı olduğu dönemlerde tiyatroya gittim 22.00'de döneceğim diye not bırakmıştı bir keresinde...) ve şehir merkezine sadece 10 dakika uzaklıkta olmasından dolayı avantajlıydı.
Bu evde sınıf arkadaşlarımla verdiğimiz içmeler, sohbetler geliyor aklıma. İlk ve son rakı deneyimim bu evde olmuştu. Arkadaşlarımın giderken geyiğine benim iç çamaşırlarımı ve ütümü benden habersiz götürmeleri, o dönemde su geçirmeyen 1 haftalık Siemens M35 model cep telefonunu bir tencere suya koyup su geçirip bozulduğunu görmek, arkadaşın ben uyanmayayım diye zor kapanan sokak kapısını kapatmadan uyuması (ki o gece ben arkadaşlarda kalmıştım, sabah kapı açık görünce eve hırsız girdi zannetmiştim.), arkadaşları toplayıp bir süre kendimi inzivaya çekeceğimi kimseyle görüşmek istemediğimi bu konuda çok ciddi olduğumu ancak arkadaşların beni ciddiye almada hiç ciddi olmadıklarını görmem, içkinin dibe vurulduğu bir Ocak akşamında yerin göğün sızan arkadaşlarla dolu olduğu bir gecede arkadaşlardan birinin birine yakınlaşmaya çalışırken bayan arkadaşın suratına osurması, Wc kapısı yerine sokak kapısını kullananlar ve daha nice anılar... Unutulmaz...
Bir diğer önemli durağımız 2000-2005 yılları arasında kaldığım dönemde harabe, şimdilerde ise restore edilmiş şekilde ibadete de açılmış olan Edirne Sinagogu.
Tarihi kayıtlarda 2 Eylül 1905 akşamı Sinagoga yakın bir bölgede başlayan yangın, yaşanan kuraklık dolayısıyla yaklaşık 1100 ahşap evin, 250 dükkanın, 28 depo ve ahırın, 1 caminin, 4 kilisenin, 13 sinagog ve 5 okulun tamamen yanmasına neden olmuş. Maalesef bu yangından sonra uzun yıllar harabe olan 2014 yılında restore edilerek tabiri caizse küllerinden yeniden doğan Edirne Büyük Sinagogu da etkilenmiş. Bu sinagog, yapısı itibariyle Avrupa'nın en büyüğü, dünyanınsa üçüncü büyük sinagogu olarak literatüre geçmiştir. Aynı zamanda Sinagogun hemen arkasındaki tarihi yapıda Edirneli sanatçıların el sanatlarını sergiledikleri bir kültür merkezi de vardır. Sinagogdan çıkar çıkmaz orayı da ziyaret edebilirsiniz. Tüm dinlerin özgürce yaşandığı Edirne'deki şimdiki durağımız da Konstantin ve Elena Ortodoks Kilisesi...
1869 yılında inşa edilen Kilise, öğrenciliğim döneminde diğer eserler gibi harabeydi. 2008 yılında restore edilerek hem ibadete hem de merak edenler için ziyarete açılmıştır.
Bir diğer kilise de Kıyık semtinde bulunan Bulgar Ortodoks cemaatine ait olan Sveti Georgi...
1880 yılında inşa edilen bu kilise Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit Han emriyle Bulgar askerler anısına yaptırılmıştır. Uzun yıllar bakımsız kalan kilise 2004 yılında tekrardan ibadete açılmıştır. Uzun yıllar yurtiçi ve yurtdışındaki tarihi ibadethaneleri ziyaret etmekteyim. O güne kadar Ortodoks kilisesini ziyaret etme fırsatım malesef olmamıştı. Kilise diğer Hristiyan mezheplerine ait kiliselere göre daha çok resme yönelmiş, daha renkli.
Edirne'nin kalbi Londra asfaltındayız, yani çarşısındayız. Mimari olarak sıralı 2-3 katlı evlerden oluşan bu cadde öğrenciliğim döneminde trafiğe açıktı, şimdilerde ise trafiğe kapatılmış, geniş bir yaya yolu olan modern ve tarihi bir çarşı görünümüne bürünmüş.
Çarşı üzerinde bir çok alışveriş merkezi, bankalar ve ticari ofisler bulunmakta. Havanın sıcak olmasından dolayı çarşı boyunca sanırım belediye tarafından serinletmek amacıyla bir hat boyunca inceden su fışkırtılmaktaydı.
Sakın Aslanzade'den badem ezmesi almadan bu caddeden ayrılmayın. Bu cadde boyunca dilediğinizce kafelerde sıcak&soğuk içecekler içebilir, hemen yakınlarındaki meşhur Edirne ciğercilerinden de birer porsiyon kendinize ziyafet çekebilirsiniz.
Meşhur ciğercilerden Kemal Usta'nın yeri...
Edirneye geldiyseniz, sakın bölgeye özgü özel bir pişirme tekniğiyle pişirilen lezzetli ciğerden yemeden ayrılmayın...
Londra Asfaltı aynı zamanda Edirne'nin birçok tarihi çarşılarına yaya olarak giriş imkanı vermektedir. Bu tarihi dokuların içinde dolaşmak, alışveriş yapmak keyif verici...
Karaağaca doğru yol alırken karşılaştık. :)
Ve Karaağaç'tayız...
Levent Yüksel'in Karaağaç şarkısıyla bir bağı var mıydı bilemiyorum ( ki bu şarkı eşliğinde Karaağaç iyi gider) ,
ama Edirne'nin bu heyecan ve huzur mahallesinde yıllar sonra yeniden yürümek, dolaşmak çok güzeldi.
Türkiye'nin Avrupa'da Meriç nehrinden sonra kalan tek toprağıdır bu topraklar...
19. yüzyılda kapitülasyonlarla zenginleşen Gayri müslimlerin yaşadığı çok kültürlü nezih ve doğa ile ahenk içinde bir yaşanmışlığın izleri günümüze ışık tutmuş gibi. Bulgarların, Yunanlıların, Alman, Slav, Leh ve Fransız ailelerin yerleşim yeri olan bu bölgede eskiden sanatsal etkinlikler çok yoğun yaşanır ve bürokratların yaşamları sayesinde Karaağaç ayrıcalıklı seçkin bir yer olarak anılırmış. Şimdiler de ise Trakya Üniversitesi'nin rektörlük binasının olmasıyla, Meriç ve Tunca nehirlerine yakınlığı, üniversite öğrencilerinin ve Edirnelilerin nefes almak için ören yerlerine ziyarete gelmeleriyle Karaağaç hala Edirne'nin gözbebeği...
Kapütilasyonlar yüzünden Osmanlı'nın Avrupayla ticari ilişikilerini hızlandırmak amacıyla 1850'lerde tamamlanan İstanbul - Karağaç demiryolu hattı boyunca kullanılan tarihi tren istasyonu ve lokomotif rektörlük binası bölgesinde ziyaretçilere açıktır.
Sirkeci garı mimarisi örnek alınarak yapılan bu istasyon şuanda benim de gururla mezun olduğum Trakya Üniversitesi'nin rektörlük binası olarak kullanılmaktadır.
Aynı yapı için Lozan Anlaşmasını temsilen bir anıt da bulunmaktadır. Üç sütundan oluşan bu anıtta, sütunlardan birincisi Anadolu'yu, ikicisi Edirne'yi, üçüncüsüyse Karaağacın kendisini sembolize etmekteymiş. Anıtın ayaklarının olduğu bölgedeki yarım ay şeklindeki havuz ülkemizi çevreleyen denizlerin sembolüymüş. Estetik, zarafet ve hukuğu temsil eden bu anıt boyunca fotoğraf çekilmenizi öneririm.
Lozan Anıtı ( Bu fotoğraf alıntıdır.)
Karaağaç tarihi yapılar
Karaağaçta bir zamanlar Alman yatılı okulu olduğunu biliyor muydunuz?
Karaağaç
Edirne'de yaşadığım dönemlerde haftasonları geldiğimiz Karaağaç'a keşke daha çok gelebilme imkanım olsa... Geçmişe kıyasla azıcık da olsa yeni kahve diyarları! ile talan olmuş olsa da Karaağaç kendine has dinginliğiyle çok güzel bir yer...
Eğer buraya geldiyseniz kesinlikle Meriç nehri ve Tunca nehri kıyısında güneşi batırın... Bu eşsiz güzelliği kaçırmayın.
Meriç nehri üzerine yapılmış yeni köprü üzerinden Meriç Panoraması
Meriç Nehri Köprüsü
Balkanların en büyüğü aynı zamanda Yunanistanla sınır çizgilerimizin bir bölümünü belirleyen Meriç nehri, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye olmak üzere 3 ülke toprağında bulunur. Bulgaristan'da Maritsa diye anılan nehir, Yunanistanda Evros olarak isimlendirilir.
Meriç nehri köprüsünün yapımına Sultan II. Mahmut tarafından başlanmıştır. Köprünün tamamlanma süreci Sultan Abdülmecid'e denk gelir. Yoğun su taşkınlarına ve trafiğe rağmen ayakta kalabilen bu köprünün yakın zamanda trafiğe kapatılacak olması Köprünün kurtuluşu olacaktır. Köprü ortasında fotoğraflarda da çekildiğimiz üzere bir kitabe yer almaktadır. Önceden kitabenin üzerinde güneş sembolü bulunurmuş, lakin işgal dönemlerinde yunanlılar burayı tahrip etmişler. Bu seyir köşkü gün batımını seyretmek için idealdir.
Meriç Nehri Yeni Köprü
Bulgaristan'dan doğan bu doğa harikası ülkemizde Saroz körfezinde bulunan Enes'te Ege denizine dökülür.
Meriç Nehri köprüsünden gün batımı
Karaağaç bölgesine çok yakın olan bu nehir boyunca, doğa yürüyüşü yapabilir, doğa manzaralı kafelerde birşeyler yiyip içebilir, Meriç ve Tunca nehri köprüleri üzerinden güneşin batışını izleyebilirsiniz. Bu eşsiz güzellikten sonra sıradaki durağımız, II. Beyazıt Külliyesi...
Şuanda Sağlık Müzesi olarak ziyaretçilerin hizmetine açılan bu mekan, Osmanlı İmparatorlğu'nun başkent olduğu dönemlerde sağlık ve şifa üzerine dünya tıp literatürüne girmeyi başarmıştır. Fatih Sultan Mehmet'in oğlu II. Beyazid tarafından kurulan bu yapı, dini ögelerin yer aldığı bir ilim merkezi olmasının yanında, sağlık hizmetleri üzerine sosyal bir kimliğe de sahiptir.
Bilimsel tıp çalışmalarının yürütüldüğü bu külliyede Tıp Medresesi, normal medrese, cami, misafirhane, imaret, hamam ve şifahane bulunmaktadır. Öyle ki akustiği mükemmel olan şifahanede zamanında 10 kişiden oluşan musiki topluluğunun haftada 3 gün verdiği musiki konserlerden hastalar şifa bulur, şadırvandan akan suların çıkardığı şırıltı sesleriyle ve güzel kokularla hastalar ücretsiz bir şekilde tedavi edilirdi.
Eczacılık, şifalı bitkilerin kullanımı, bulaşıcı hastalıklara karşı tedavi uygulamaları geçmişi 15. yy'a uzanan bu müesseseyle Osmanlı İmparatorluğu'nun aslında ne kadar ileri bir medeniyet olduğununun bir kez daha ispatıdır. Evliya Çelebi, burası için; "Külliyenin içinde Medresetü'l Etıbba ve odalarında talebeler vardır ki, her biri daima Eflatun, Sokrat, Filbos, Aristotales, Galen, Pisagor gibi alimlerden bilgisi olan olgun tabiplerdir, her biri bir fen dalına yönelip, hekimlik ilminde kıymetli kitaplara yönelerek, ademoğullarının derdine deva bulmaya çalışırlar." diye bahseder.
Yeniimaret Mahallesinde bulunan bu eseri görmeden Edirne'den ayrılmayın...
Edirne'deki bir diğer önemli nokta Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yapmış Edirne'nin sarayının yer aldığı Sarayiçi semtindeyiz.
1450 yılında 2. Murat tarafından inşasına başlanmış, 1475 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından tamamlanmıştır.
Sarayın Giriş Kapısı
1876 -77 Rus Savaşı esnasında Rusların Edirne'ye yaklaştığı öğrenilince cephanelik olarak kullanılan saray havaya uçurulmuştur, bu yüzden günümüze Mutfak ve Adalet Kasrı'ndan başka sağlam kalan bir eser yoktur.
Sarayiçinde hasar almadan kalan eser Saray Mutfağı
Burada görülmesi gereken en önemli eserlerden Kanuni Sultan Süleyman'ında kanunlarını burada yazdırdığı söylenen Adalet Kasrı'nın, bugünkünün adıyla Adalet Sarayı, önemli bir özelliği var.
Sarayiçi'nde Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman adına yaptırılan köprüler
Kasrın önünde yer alan bölgede sağ taraftaki seng-i arz, sol taraftaki seng-i ibret adı verilen iki adet taş bulunur. Bu taşlardan sağ taraftaki halkın taleplerinin değerlendirilmesi için dilekçelerin toplandığı, sol taraftaki taş ise suçluların ölüm cezalarına çaptırılanların kellelerinin alındığı taşlardır. Yine Sarayiçi bölgesinde Tavuk Ormanı'nın içindeki 4. Mehmet Av Köşkü'nü ziyaret etmelisiniz.
Şuan kafe olarak işletilen alanda dinlenecek, meşrubatlarınızı yudumlarken yeşile doyacak ve tarihi içinizde hissedeceksiniz.
Sarayiçi içinde son durak olarak gittiğimiz yapım tarihi 1671 yılına dayanan 2002 yılında da restore edilerek hizmete açılan Av Köşkü'nde ciddi ciddi uyuduğumu hatırlıyorum.
Kuş sesleri ve bol oksijen yaz sıcağıyla birleşince insanı dinlendiren bir havaya bürünmüştü.
Seyahatimiz esnasında askerlik arkadaşım Melih ile akşamları buluştuk. Kendisinin ilgisi ve misafirperverliğinden dolayı ben ve eşim adına çok teşekkür ediyoruz.
Melih'im ile buluşma @ RYS Life Teras Restoran
Sizler de Edirne'ye gitmek isterseniz, ilkbahar ya da sonbahar aylarını seçebilirsiniz. Eğer kar zamanı giderseniz, Karaağaç ve Meriç ayrı bir güzellikte. Tüm fotoğraflar (alıntılananlar dışında) tarafıma aittir.
sevgiyle kalın, volkan coşğun 2018 - izmir
Yorumlar
Son 1 haftada en çok neler okundu? /What was the most read in the last week?
Yorumlar